Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı

Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı

Hayatı

Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında, İstanbul’un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde doğmuş ve 27 Aralık 1936 Pazar günü, saat 19.45’te Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etmiştir. Mehmet Akif’in babası Mehmet Tahir Efendi (1826–1888) ve annesi Emine Şerife Hanım’dır (1836–1926). Mehmet Tahir Efendi çocuk yaşta Arnavutluk’tan İstanbul’a gelerek tahsil etmiş ve Fatih Medresesi müderrisliğine kadar yükselmiş âlim ve arif bir zattır. Annesi ise aslen Buharlı olan Tokatlı bir aileye mensuptur. Ailenin Akif’ten sonra Nuriye adında bir de kızları olmuştur.

Tahsil Hayatı

Mehmet Akif, dört yaşında iken Fatih’te Emir Buharı mahalle mektebine (yuva) gönderildi ve tahsil hayatına başladı. Burada iki sene ve sonra sırasıyla üç sene ibtidâî (ilkokul), üç sene rüştiye (ortaokul) ve üç sene mülkiye idadisine (lise), sonra da iki senesi (gündüzcü olarak) Ahırkapı’da ve iki senesi (yarılı olarak) Halkalı’da olmak üzere, dört sene de Baytar Mektebi’ne (Veterinerlik Fakültesi) devam etti. 1893’te mektebin ilk mezunu ve birincisi olarak diploma aldı. Mehmet Akif, resmi tahsilin dışında, çok bilgili ve şuurlu bir zat olan babası başta olmak üzere birçok âlimden devamlı olarak ders okumuş ve kendisini yetiştirmiştir. Lisana karşı bilhassa kabiliyeti bulunduğundan, devamlı çalı arak Arapça, Farsça ve Fransızcayı, edebiyatlarını takip edecek ve tercümeler yapacak kadar iyi öğrenmiştir. Çocukken başladığı hafızlık çalışmalarını, bir müddet ara verdikten sonra, yirmi yaşında iken kendi kendine tamamlamış ve Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiştir. Mısır’daki son seneleri de Kur’an meali ile meşgul olarak geçmiştir.

Bulunduğu Vazifeler

Tahsilini tamamladıktan sonra, Ziraat Vekâleti Baytarlık şubesinde vazifeye başlamıştı. İlk dört sene Rumeli, Anadolu ve Arap bölgelerinde dolaşarak baytarlık yaptı. Yirmi yıllık bir memuriyetten sonra bir başkasına yapılan haksızlık üzerine istifa ettiğinde, aynı şubenin müdür muavinliği vazifesinde bulunuyordu. Öğretmenlik hayatına 1906’da Halkalı Baytar Mektebi’ne “kitabet-i resmiye” (resmî yazışma usulü) dersi muallimliği ile başladı. 1908’den sonra ise Edebiyat Fakültesi ile Darülhilâfe Medresesi’nde “Osmanlı Edebiyatı” müderrisliğinde bulundu. Mütareke devrinde, “İslamiyet’i doğru olarak halka öğretmek, yanlış bilgileri gidermek ve İslam ahlakını korumak” için Şeyhülislamlık’a bağlı olarak kurulmuş bir “İslam Danışma, Tebliğ ve İrşad İlim Heyeti” olan “Darülhikmet-il İslamiyye”de üye ve başkâtip (genel sekreter) olarak çalıştı (Ağustos 1918 – Nisan 1920) ve bu kuruluşun yayın organı olan “Cerîde-î İlmiyye”yi idare etti. İstiklal Savaşı’nı yapan Birinci Millet Meclisi’nde milletvekili olarak vazife gördü. Mısır’da 1929 yılından 1936’ya kadar, Kahire Üniversitesi’nde Türkçe Hocalığı yaptı. Bütün ömrünü okuyarak ve okutarak geçirdi. Yirmi beş yaşında iken İsmet Hanım’la (1878¬1944) evlenen Mehmet Akif’in üç kızı ve iki oğlu olmuştur.

Şiir Hayatı

Lise yıllarında şiirle meşgul olmaya başlamıştı. Baytar Mektebi’nin son senelerinde bu kabiliyetini ileretti Türkçeye ve aruz veznine hâkim olmuştu. Arkadaşlarına uzun manzum mektuplar yazıyordu. Önceleri, Ziya Paşa, Muallim Naci ve Namık Kemal gibi eski üstatlar tarzında şiirler nazmederken, daha sonra kendi üslûbunu bularak onların tesirinden uzaklaşmıştır. Şairliğinin ilk devresinde yazdığı, yayınlanmamış binlerce mısralık eski şiirlerini yok etmiştir. Bunlardan elde sadece, bazı dostlarının defterlerinde bulunan veya çeşitli dergilerde daha önce çıkmış olan, iki bin mısra kadarı kalmıştır. Bu eski şiirlerini “Safahat” (Safhalar, Hayattan Manzaralar) adını verdiği şiir kitabına da almamıştır.

Yazı ve Kitapları

Şiirlerini, 1908’de çıkmaya başlayan ve kendisinin başyazarlığını yaptığı “Sırâtımüstakim” dergisinde yayınladı. Bunlar, o zamana kadar rastlanmamı derecede akıcı, sade, halkın hayatını anlatan ve duygularını dile getiren, milli şiirlerdi. Bir zaman sonra “Sebîlür¬reşad” adını alan dergide yayınlanan bu şiirler, tamamlandıkça, “Safahat” genel başlığı altında, küçük kitaplar halinde neşrediliyorlardı. 1911–1924 yılları arasında ilk altı kitap çıkmış, yedincisi ise 1933’te Kahire’de yayınlanmıştır. Mehmet Akif Bey, şiirlerinden başka, Sebîlür¬reşad’ın hemen her sayısına tefsir yazıları, makaleler ve tercümeler de vermekteydi. Bunların da bir kısmı kitap olarak yayınlanmıştır.

Büyük Şair

Mehmet Akif, daha önce Muallim Naci ile başlamış olan, Türkçenin sade ve akıcı bir şekilde aruza tatbikinin ilk büyük temsilcisidir. Mizahi fıkralardan en heyecanlı şiirlere kadar, en güzel Türkçe ile milletine şaheserler vermiştir. Şiirleri, her bakımdan, edebiyat tarihimizde eşsiz güzellikte muhteşem parçalardır. Basit bir hayat sahnesini anlatan mısralarında bile, hem en keskin bir zekânın şimşekleri, hem de titreyen bir gönlün gözyaşları sezilir… Çağdaşı olan bütün büyük şair ve edibler, Mehmet Akit’in yüksekliğini kabul edip, bunu itiraf ve takdir eden beyanlarda bulunmuşlardır. Akif Bey, şiirlerinde ve makalelerinde, “sadelik, millilik, din ve ahlaka bağlılık” şeklinde özetlenebilecek olan edebiyat görüşünü açıklamıştır. Kendisi, en fazla önem verdiği iki değerin, “dil ve din” olduğunu söylemektedir. Şiirlerinden bazıları bestelenmiş ve önemli bir kısmı Arapçaya çevrilmiştir.

Milli Mücadele Konuşmaları

Mehmet Akif’in, İstiklal Savaşı yıllarındaki hizmetleri arasında, Kastamonu’da yaptığı faaliyetlerin ayrı bir yeri vardır. İstanbul’dan ve Batı Anadolu’dan Ankara’ya geçişlerin ve yapılan silah vesair hayatî yardımların yolu üzerindeki en önemli bir liman ve merkez olan Gelibolu ve Kastamonu ile civarında, Ekim-Aralık 1920 aylarında dola arak ve Nasrullah Camii’nde toplanan halka defalarca hitap ederek, harbin gerçek sebeplerini ve dünyanın o sırada bulunduğu siyasi durumu açıklamış; bütün Müslümanları ve Osmanlı Devleti’ni tehdit eden tehlikelerin asıl kaynaklarını anlatmış; halkı ciddi olarak bilgilendirmiş, böylece onların şuurIanmasını ve mücadeleye katılmalarını sağlamıştır. Bu sırada Sebllürreşad’ın üç sayısı da Kastamonu’da yayınlanmış ve kendisinin çok önemli olan konuşmalarının bulunduğu bu dergi sayıları, binlerce nüsha bastırılarak Anadolu’ya ve cephelere dağıtılmış; camilerde, derneklerde ve askeri birliklerde okutulmuştur. Mehmet Akif’in bu konuşmaları, halen, İstiklal Savaşı’mızın ne için, nasıl ve hangi gayelerle yapıldığını, ilk defa ve içinde yaşayarak anlatan en önemli ve çok kıymetli, tarihi belgelerdir.

İstiklal Marşı

Yazdığı şiir, 12 Mart 1921’de, Meclis kararı ile “İstiklal Marşı” olarak kabul olunmuştu. İstiklal Marşımızın yazılma hadisesi de hem milletimize hem de merhuma tam olarak yakışan bir özellik ve güzellik göstermektedir:

Genel Kurmay’ın Milli Eğitim Bakanlığı’na müracaat ederek, “Bu savaşımızın manasını anlatacak, halka ve askere heyecan verecek ve diğer milletlerde bulunan milli marşlara denk olacak bir marş” istemesi üzerine, Milli Eğitim Bakanlığı bütün kuruluşlarına genelge ile bildirdiği gibi gazetelere de ilan vererek “Birinci seçilenin sözlerine 500 ve bestesine 500 lira olmak üzere mükâfat” koyarak, bir müsabaka açtı.
Müsabakaya 724 şiir geldi. Akif Bey, işin içinde para olduğu için, herkes kendisinden istemesine rağmen, bir şey yazmadı. Hâlbuki o sırada bir paltosu yoktu ve çok soğuklarda arkadaşının (Baytar Prof. Şefik Kolaylı) paltosunu ödünç alıyordu… Sonunda Akif Bey’i, kendisine “para vermeyeceklerini” söyleyerek razı ettiler ve işte bu ihlas ve samimiyet ile, muhteşem “İstiklal Marşı”mız kaleme alındı… Akif Bey, mükâfat olarak ayrılan parayı, Darülmesai (İşevi) adlı, Hilal-i Ahmer’e (Kızılay) bağlı bir derneğe verdirmiştir.

İstiklal Marşı’nın Manası

Bu marş – insanı heyecanlara gark eden müthiş bir duygu çağlayanı olduğu gibi aynı zamanda, aziz milletimizin, Müslüman olup öz ve has benliğini bulduktan sonra kazandığı bütün değerleri, yücelikleri ve güzellikleri de tespit edip dile getiren; hepimizin yaşama gayesini tespit ve ilan eden, muazzam bir bildiri ve bir milli yemindir… Bunun böyle olduğu, on kıt’alık İstiklal Marşı şi¬irinin, Büyük Millet Meclisi’nde ilk defa okunduğu 1 Mart ve resmen kabul olunup iki defa üst üste okutulduğu 12 Mart 1921 tarihli celselerinde, ayakta ve her kıt’ ası uzun uzun alkışlanarak dinlenilmiş olmasından da bellidir. Hepsi, o günlerin, dini ve milli kültürü iyi bilen seçkin kimselerinden olan ve o sırada savaşın heyecanı içinde bulunan Birinci Meclis topluluğunun bu takdir ve alkışı çok önemlidir.

Hastalığı; Ölümü ve Mezarı

Akif Bey, son üç yılında Kahire Üniversitesi’nde Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Ancak Mısır’da uzun müddet kalan yabancılara bilhassa musa1lat olan “siroz hastalığına tutulmuş ve durumu ağırlaşınca, 17 Haziran 1936’da İstanbul’a dönmüştür. İstanbul’da yine Abbas ve Said Halim Paşa ailelerinin yardımıyla tedavi olunmuşsa da şifa bulamaya 27 Aralık 1936 tarihinde vefat etmiştir. Hastalığında da resmi bir alaka görmeyen İstiklal Şairi’nin cenazesi, birkaç kişi ve çıplak bir tabutla Beyazid Camii’ne getirilmiş; ancak vefatını duyan ve ağlayarak koşup gelen “üniversiteli gençler tarafından bayrağa ve Kâbe örtüsüne sarılarak, etrafında nöbete durulmuştur. Namazdan sonra mezarlığa kadar tabutu omuzlarda götürülen bu büyük insan ve büyük Müslüman’ın naaşı, kefenin üzerine bayrak sarılarak ve “İstiklal Marşı okunarak kabrine konulmuştur. Kabri bugün Edirnekapısı’ndaki “Şehidlik”te “Mehmet Akif Ersoy Meydanı”ndadır.

Kaynak: Mehmet Akif Ersoy Uygulama ve Araştırma Merkezi